Türk Milliyetçiliği ve Sosyal Devlet

Burak Atilla

Kapitalist sistem kendini hayatın her alanında hissettirmekte ve halkın farklı kesimleri arasındaki gelir ve fırsat eşitsizliğinin gün geçtikçe daha da artmaktadır. Maalesef, ülkemizde 5 milyondan fazla kişi TÜİK tarafından hesaplanan açlık sınırının altında olan asgari ücretle hayatını idame ettirmektedir. Buna karşılık Türkiye’nin en zengin yüzde birlik kesiminim milli gelirden aldığı pay yüzde yirmi beş dolaylarındadır. Toplumdaki eşitsizlik yalnızca gelirlerde değil; adalette, eğitimde, teknoloji kullanımında ve daha birçok alanda kendini göstermektedir. Tam da bu noktada Sosyal Devlet ilkesi devletin eşitsizliği önlemek amacıyla müdahalelerini öngörmektedir.

Türk Anayasası’nın ikinci maddesinde de Türkiye Devleti’nin sosyal bir devlet olduğu belirtilmiştir. Öncelikle Sosyal Devlet ilkesinin ne olduğu üzerinde duralım.

A. Sosyal Devlet İlkesi

Sosyal Devlet anlayışını ülkemizin önde gelen hukukçularından Prof. Dr. Ergun Özbudun “Devletin sosyal barışı ve sosyal adaleti sağlamak amacıyla sosyal ve ekonomik hayata aktif müdahalesini gerekli ve meşru gören bir anlayış” olarak açıklamıştır. Anayasa Mahkemesi de bir kararında sosyal devlet ilkesini şöyle tanımlamıştır: “Sosyal devlet ferdin huzur ve refahını gerçekleştiren ve teminat altına alan, kişi ve toplum arasında denge kuran, emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak düzenleyen, özel teşebbüsün güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayan, çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, iktisadî ve malî tedbirler alarak çalışanları koruyan, işsizliği önleyici ve millî gelirin adalete uygun biçimde dağılmasını sağlayıcı tedbirler alan adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini yükümlü sayan, hukuka bağlı kararlılık içinde ve gerçekçi bir özgürlük rejimini uygulayan devlet demektir.”  Anayasa’nın beşinci maddesinde de sosyal devlet ilkesinin benimsenmiş olduğu ve bu amaç doğrultusunda yapılacaklar açıkça belirtilmiştir.

Her iki tanımda da ortak olan başlıca mesele devletin sosyal ve ekonomik hayata farklı yöntemlerle ve farklı amaçlarla müdahale etmesidir. Fakat bu müdahale devletin sosyalist devlet sisteminde olduğu gibi özel teşebbüsü ortadan kaldırması anlamına gelmemektedir. Aynı şekilde Büyük Önder Atatürk’ün sistemleştirdiği ilkelerinden biri olan devletçilik ilkesiyle sosyal devlet ilkesi de aynı anlamda görülmemelidir. Sosyal devlet ilkesiyle istenen, devletin özel teşebbüslerle ilerleyen ekonomik ve kişisel hak ve özgürlüklerle bezeli sosyal hayatta ufak dokunuşlarla eşitliğin ve dengenin sağlanmasıdır.

B. Türk Milliyetçiliği Fikir Sisteminde Sosyal Devlet İlkesinin Yeri

Türk milliyetçiliğinin önde gelen isimleri ad belirtmeseler de sosyal devletin sağlanmasına çok önem vermişler ve bu yönde fikirlerini yazılarında belirtmişlerdir.

Türkçülük fikrini ilk kez sistemleştiren Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları kitabında “Türkler, mazide nail oldukları iktisadî refaha istikbalde de mazhar olmalıdırlar. Hem de kazanılacak servetler Salor Kazan’ın zenginliği gibi, umuma ait olmalıdır. (…)Demek ki, Türklerin içtimaî mefkûresi, ferdî mülkiyeti kaldırmaksızın, içtimaî servetleri fertlere gasbettirmemek, umumun menfaatine sarf etmek üzere, muhafaza ve teamiyesine çalışmaktır.” sözleriyle Türk milletinin olması gereken ekonomik yaklaşımını açıklarken sosyal devlet ilkesinin yukarıda alıntılanan tanımlarını yıllar öncesinden farklı kelimelerle yazmış gibidir.

Cumhuriyetimizin kurucusu ve devrimleriyle Türklüğün ve Türkçülüğün hayatın her alanında yer bulmasını sağlayan Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk de sosyal devleti sağlamanın devletin en önemli görevlerinden olduğunu şu sözlerle belirtmiştir: “Kabil midir ki, bir kitlenin her parçasını geliştirelim, diğerini de geri bırakalım da kitlenin bütünü gelişmeye ulaşabilsin. Mümkün müdür ki, bir toplumun yansı zincirle topraklara bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselsin… Adı parti olan halk kuruluşundan amaç ulusun çocuklarından bir kısmının diğer çocuklarının ve sınıfların zararına yararlar sağlamak değildir… Ulusal servetin dağılımının daha mükemmel bir adalet ve emek sarf edenlerin daha yüksek refahı, ulusal birliğin korunması için şarttır. Bu şartı daima göz önünde bulundurmak, ulusal birliğin temsilcisi olan devletin görevidir.”

Bugünlerde vefatının 43.yıldönümünde kendisini andığımız Türkçülük fikrinin yılmaz önderlerinden Nihal Atsız Türkçülüğün Önemli Meseleleri makalesinde şu ifadeleri kullanmıştır: “Türkçülük, memlekette toplumsal bir adalet olmasını ister ve gerçek adaletin toplumsal olduğu inancındadır. Millet fertlerini sağlık, geçim ve gelecek bakımından tatmin etmenin milliyetçilik şartlarından olduğu meydandadır.” Atsız Bey de bu sözleriyle toplumsal adaleti her alanda sağlamanın Türkçülüğün bir gereği olduğunu ifade etmiştir.

Türk Milliyetçiliği fikrinin siyaset sahnesinde yer almasını sağlayan Başbuğ Alparslan Türkeş Dokuz Işık Doktrini’nde Toplumculuk umdesini açıklarken “Özel teşebbüsü korumak, himaye etmek prensibimizdir, desteklemek, teşvik etmek prensibimizdir. Fakat bunu yaparken işverenle işçinin münasebetleri karşılıklı olarak her iki tarafın da haklarını koruyacak ve her iki tarafın münasebetlerinin milletin zararına olmayacak şekilde kontrol edilmesi, düzenlenmesi, nezaret altında bulundurulması esasını şart koyuyoruz. parası olanın kendisine çifter çifter avukat tutup, şahit masraflarını ödeyip hukuk imkânlarından rahatça faydalanması ve parası olmayan vatandaşların ise bunlardan yoksun kalarak haklarını koruyamaması durumu ortadan kaldırılmalıdır.” Sözleriyle özel teşebbüs hakkının baki kalarak ekonomik eşitsizliklerin önüne geçilmesi ve adalete ulaşmada sınıflar arası farklılığın ortadan kaldırılması gerekliliğinin önemini vurgulamıştır.

C. Sosyal Devlet İlkesi Doğrultusunda Yapılanlar ve Yapılması Gerekenler

Türk Anayasası’nda kişilerin insan onuruna yakışır şekilde yaşaması için birtakım haklar tanınmıştır. Bunlar çalışma hakkı, adil ücret hakkı, eğitim hakkı, sosyal güvenlik hakkı, konut hakkı ve sağlık hakkıdır. Aynı zamanda Anayasa’nın 73.maddesinde vergi yükünün kişilerin ekonomik gücüne göre adaletli bir şekilde dağıtılması özellikle vurgulanmıştır.

Vatandaşlık haklarının ve devletin alması gereken tedbirlerin Anayasa’da belirtilmiş olması yeterli değildir. Devletin bunların uygulanması için birtakım davranışlar geliştirmesi gerekir. Örneğin, sadece Anayasa’da her vatandaşın konut edinme hakkı olduğunun belirtilmiş olması vatandaşları konut sahibi yapmaz. Bunun için devletin konut inşa etmesi veya bunun için ödenek ayırması vs. gerekmektedir. Keza, devletin vergi yükünün adaletli dağıtımı görevinin sözde kalmasını bugün bizzat tecrübe etmekteyiz. Gerçekten de kişilere vergi yükü adaletli dağıtılmaktadır. Fakat, devlet vergi denetimini gereken ölçüde yapmadığı için vergi kaçakçılığı oranı ve bu sebepten devletin elde edemediği gelirler çok yüksek miktarlardadır. Bu nedenle devlet gerekirse binlerce vergi denetçisini işe alarak ve bu kişilerin rüşvet almamasını sağlamak üzere sert tedbirler alarak bu sorunun önüne geçilebilecektir. Her uygulanışında “bu son” denen vergi afları ülkemizde artık bir alışkanlık haline gelmiştir. Maaşlı çalışan 12 milyondan fazla insanın vergi kaçırmak şansı olmadığı için yanlış hükümet politikalarıyla artık bir fırsat haline gelmiş olan vergi aflarından yararlanması (!) mümkün değildir. Vatandaşların gözünün içine bakılarak yapılan vergi afları toplumdaki gelir eşitsizliğinin sebepleri arasında toplumsal huzursuzluğu en çok etkileyen sebeplerdendir. Vergilerin doğru toplanamamasının bir sonucu olarak, devletin gelir kalemlerinin en önemli paydasını oluşturan vergilerin daha fazla toplanması amacıyla devlet farklı konulardan vergi görevleri yüklemekte ve vatandaşların aile ekonomisine doğrudan olumsuz katkıda bulunmaktadır.

Ekonomik anlamda eşitsizlik kendisini en çok asgari ücretli kesimde hissettirmektedir. Sayıları yukarıda da belirttiğimiz gibi 5 milyondan fazla olan asgari ücretle çalışan vatandaşların aylık gelirleri, temel yaşam ihtiyaçlarını bile karşılamamaktadır. Bu konuda doğanın kanunu gereği iki şey yapılabilir: Ya asgari ücretlinin gelirleri artırılacaktır ya da giderleri azaltılacaktır. Asgari ücretlinin gelirinin artması yalnızca devletin elinde olan bir konu değildir. Zira, özel sektörde asgari ücretlinin ücretini işverenler karşılamaktadır. Asgari ücretin artması demek devletin özel sektöre bir gider kalemi yüklemesi demektir. Bu nedenle devletin asıl müdahale edebileceği konu asgari ücretlinin giderlerinin azaltılması noktasında olacaktır. Gelir arttırma noktasında ise devletin atabileceği en temel adım devletin brüt asgari ücretle net asgari ücret arasındaki farkı azaltmasıdır. Giderler noktasında ise devlet asgari ücretli kişilerin çocuklarına kırtasiye yardımları yapabilir, kendilerine ulaşım giderlerinin azalması için öğrenci veya emekli kartı gibi “emekçi kartları” çıkarabilir, hükümetin “gözüne girmek isteyen” müteahhitlerle anlaşarak kira giderlerinin azalmasını sağlayabilir, tatil paketleri oluşturarak onlara hayatları boyunca unutmayacakları zamanlar geçirebilir, üniversiteye giden çocuklarını mutlaka devlet burslarından faydalandırabilir, mahkemeye düştüklerinde özel olarak avukatlar görevlendirebilir, belli başlı tüketim vergilerinin bir kısmından onları muaf tutabilir. Bunlar gibi birçok çözüm üretilebilecektir. İşçiler, emekçiler devletin temel dayanak noktasıdır. Bu nedenle devlet bu kişilerin yaşadığı adaletsizliklerin, eşitsizliklerin önüne geçerek onlara birtakım ekstra haklar tanıyarak huzurlarını mutluluklarını sağlamalıdır.

Bir diğer toplumsal eşitsizlik adalet alanında gerçekleşmektedir. Zengin kimseler Başbuğ Alparslan Türkeş’in yıllar önce belirttiği gibi “en iyi avukatları çifter çifter tutmakta” ve güçleriyle yargıçları baskı altına almaktadır. Günümüzde maalesef “arkası sağlam” olan kimselere kolay kolay aleyhte karar verilememektedir. Sıradan vatandaşa ise kanunlar en acı yüzleriyle uygulanmaktadır. Bunun önüne ise sağlam ve tam bağımsız bir hukuk sistemi kurulmasıyla ve ahlaklı, hukukun gücüne inanmış, işine ve adalet duygusuna tam bağlılık hisseden hakim ve savcılar yetiştirilmesiyle geçilebilir. Bunun için atılması gereken ilk adım hukuk fakültelerinin sayısının azaltılmasıdır. Çokluk olan her yerde bozulmaların olması kaçınılmazdır. Siyaset hukuktan elini tamamen çekmelidir. Hakimler kararlarını, savcılar mütalaalarını akıllarına karşılaşabilecekleri herhangi bir sonucu düşünerek değil yalnızca adil olduklarına inandıkları yönde vermelidirler. Kaliteli hukuk eğitimcilerinin sayısı artırılmalıdır. Geleceğin hukukçuları adalete bakışı hukuk fakültelerinde iyi hukukçulardan öğrenmelidir. Atsız Bey’in de belirttiği gibi yabancı kanunlar değil, “bizi en iyi yine biz bileceğimizden” Türklerin hazırladığı Türk kanunları uygulamaya alınmalıdır.

Değinmek istediğimiz bir konuda eğitimde ve fırsatta eşitsizlik konusudur. Ülkemizde eğitim kalitesinin çok kötü seviyede olduğunu ve gün geçtikçe daha da kötüleştiğini 7’den 70’e herkes söylemektedir. Önümüzdeki yıllarda da aksi yönde bir gidişat olacağını söylemek zordur. Şu anda hem ülkenin farklı noktalarında farklı kalitelerde eğitim verilmekte hem de her yerde kalitesiz eğitim verilmektedir. Yani, ortada ne eğitime ulaşmada eşitlik vardır ne de kaliteli eğitim. Bunun için yapılması gereken ilk şey ise devletin her uygulamasında olduğu gibi planlama yapılmasıdır. Devlet bir an önce 20 yıllık, 40 yıllık vb. planlar yaparak ihtiyacına göre öğretmen yetiştirmeli, okullar ve sınıflar inşa etmelidir. Tüm eğitim profesörlerinin önemle üzerinde durduğu okul öncesi eğitimlerin zorunlu hale getirilmesi önemli bir adımdır ve bunun eksiksiz uygulanması için devlet gereken adımları atmalıdır. Ülkemizde yetişen her çocuk farklı şartlarda ve farklı ortamlarda yetişmektedir. Bu da onların eğitim kapasitesini doğrudan etkilemektedir. Bu konuda uygulanması çok hassas bir mesele olan müfredatın hazırlanmasında farklı bölgelere farklı müfredatlar uygulanması bir çözüm olarak düşünülebilir. Bunun için MEB, ülkenin dört bir yanından öğretmenlerle görüşerek ülkeyi eğitim bölgelerine ayırmalı ve bu bölgelere yine eğitimcilerle ve pedagoji, psikoloji gibi alanların uzmanlarıyla bir araya gelerek farklı müfredatlar hazırlamalıdır. Her çocuğun eğitim kapasitesi ve yeteneği farklıdır. Farklı sanat ve spor dallarında yetenekli çocuklara da ileri derecede pozitif ilimler öğretmektense onları temel eğitimler vermeyi de eksik etmeyerek yetenekli olduğu dallarda yetiştirmek ülkemize daha fazla katkı sağlayacaktır. Bunun için ülkenin dört bir yanında Sanat ve Spor merkezleri oluşturarak her çocuğun bu merkezlerde yapılacak testlerle yetenek ölçümlerinin sağlanması ve yetenekli çocukların tespit edilerek bu çocukların yetenekli oldukları dallarda uğraş vermeleri sağlanmalıdır. Eğitimde fırsat eşitsizliği ve kalitesizlik konularında daha birçok çözüm konuşulabilir.

D. Sonuç

Her alanda toplumsal adaletsizlik ve eşitsizlik gün geçtikçe derinleşmektedir. Bu sorunlar toplumda huzursuzluklara yol açmaktadır. Hem bu olumsuzlukların yaşanıyor olması hem de bu olumsuzlukların doğrudan sonuçları devletimizin ülkülerine ulaşmasının önünde engeldirler. Türk Milliyetçiliği düşünce sisteminin burada bahsettiğimiz veya bahsedemediğimiz önde gelen isimleri de bu konular hakkında yazılar yazmışlar ve toplumsal adaletin ve eşitliğin her alanda sağlanmasının Türk Milliyetçiliğinin öngördüğü bir gereklilik olduğunu belirtmişlerdir. Biz de bu yazımızda Sosyal Devlet ilkesinin ne olduğunu ifade ettik. Türk Milliyetçileri olarak düşünce sistemimizin önde gelen kişilerinden alıntılar yaparak bu konunun bizler için de önemli bir konu olduğunu vurgulamaya çalıştık. Son olarak da belli başlı konularda naçizane çözüm önerileri sunduk. Türk milliyetçilerinin iktidarında toplumsal adaletsizliğin ve eşitsizliğin olmayacağı ümidiyle…