Burak Serhat Ermiş –
Hemen her toplumsal hareket yahut bu hareketlere temel teşkil eden kavramlar yıllardır tartışılagelmiş ve bu tartışmanın bir odağı da bahse konu mefhumların tartışılabilirliği üzerinde yoğunlaşmıştır. Okumakta olduğunuz yazının girizgahında bu mefhumların tartışmaya açılabilirliği üzerinden bir tartışmaya girilmeksizin, peşinen yazıdaki fikirlerin beşerce inşa edilmiş hiçbir şeyin tartışılmaz bir konuma getirilmemesi gerektiğini savunan bir zihin tarafından serdedildiğini belirtmekte fayda görmekteyim. Bunun yanında insanın anlama kabiliyetinin anlamlandırma kabiliyetinden dahi daha yetersiz olduğu ve böylelikle mevzubahis mefhumları tartışmaya açanın da bariz biçimde kısıtlı bir varlık olduğu göz önünde bulundurulmalı. Zaten beşeri olan her şeyin tartışılabilirliği de tam olarak bu kısıtlılıktan neşet ediyor.
Ne olduğundan ve ne idüğünden bağımsız bir şekilde bir “şey” özünde iyi olmaklığıyla savunulmaya ihtiyaç duyar hale gelmiş ise mevcut halde onun şeksiz şüphesiz bir doğruluğundan bahsetmek imkân dâhilinde olmaktan çıkmıştır. Zira tartışmasız doğru olan bir şeyin özünde iyi olup olmadığını kendimize dert edinmeye gerek duymayız. Böylelikle diyebiliriz ki bir “şey” lafzen “özünde iyi” ise o “şey” halihazırda hatalarla mündemiçtir. Fakat bu metinde tartışılacak temel meseleyse bu bahsin biraz daha berisinde durmakta olan bir konu olacak: Bir şey özünde gerçekten iyi olduğu takdirde özünde iyi olmasıyla savunulmaya muhtaç bir konuma gelir mi, daha açık belirtmek icap ederse bu duruma düşer mi? Bir şey özünde hakikaten iyiyse bugün savunulacak tek yanı özünde iyi olması olabilir mi?
Uzun yıllardan bu yana Türk topraklarında toplumsal birçok olgunun siyaset tarafından yozlaştırıldığı üzerinde toplumun kahir ekseriyetince bir mutabakata varılmış gibi görünmektedir. Özellikle son yıllarda siyasetin etki alanını genişleten, mukaddes birçok olguyu da içerecek şekilde her şeyi politikleştiren ya da politik bir mahiyete kavuşturamadığı hemen hemen bütün olguları ise kamuoyunun gündeminin dışına iten tutumu da bu mutabakatın temelini destekler nitelikte. Kimilerine göre bu yozlaşmadan nasibini almayan hiçbir olgu kalmadığı gibi ezici bir çoğunluk nezdinde de yozlaşan bu olguların neredeyse tamamı özünde iyi şeylerdir. Fakat burada bir araz olmalı zira özünde bu kadar iyi olanın böylesine yozlaşması imkân ve ihtimal dâhilinde görünmüyor.
Özünde iyi olmakla savunulacak hale gelmiş olanın aslında arazın kökenini de özünde taşıdığını göremiyorsak mevzubahis olguya ya yeterince yakın ya da yeterince uzak bir mesafede duramadığımızı kabullenerek bu minvalde yaklaşımımızı yeniden gözden geçirmek durumundayız. Zira insanoğlu bir nesneyi tam manasıyla görebilmek için o nesneye detaylarını algılayabilecek kadar yakın ve bütününü görebilecek kadar uzak bir mesafeye konumlanmak durumundadır. Bu durum insanın yalnızca görme eylemini gerçekleştirebilmesi için değil kavrama kabiliyetini tam manasıyla kullanabilmesi için de ön koşul niteliğindedir. Bir insan yeterince yakın ve aynı zamanda yeterince uzak duramadığı bir olguyu tam manasıyla kavrayamaz. Yazıyı tamamlarken ilk neye karşı bu mesafeyi almak durumunda olduğumuzu da yazının tek alıntısı olacak bir cümleyle belirtmekte fayda var: “Durum muhasebesine düşmandan başlanmaz”.O vakit ilkin bütün detaylarını göremeyecek kadar uzakta olduklarımızın değil, tamamını göremeyecek kadar yakınında durduklarımızın muhasebesinden başlasak iyi olacak gibi.
**Görsel için kaynak: Saman, Moises. A Century of Cities at War – in Pictures. The Guardian, January 29, 2018. https://www.theguardian.com/cities/gallery/2018/jan/29/century-cities-war-london-beirut-baghdad-in-pictures.
1,232 Toplam Görüntülenme