Alperen Arslan-
Gündemdeki insan hakları ihlallerinden kronikleşmiş bir mesele, Filistin meselesi ve buna verilen tepkiler beni bu yazıyı yazmaya itti. Yazı bir yandan suskun ve eylemsiz çevreleri eleştirirken, diğer yandan da insan hakları ihlalleri karşısında tavrı net olmayanların milliyetçiliği ile benim milliyetçiliğim arasındaki farkları göstererek bir fikrî grup içindeki netleşmeye/arınmaya hizmet ediyor.
Gündem Filistin gündemi olduğu, gündemdeki eleştiriler benim görebildiğim kadarıyla İslamcılara yönelik olduğu için buradan devam ediyorum. İki acı arasında kıyaslama yapmak anlaşılması güç ve kesinlikle kabul edilemezken hükümetin Doğu Türkistan konusundaki suskunluğunu eleştirmek makul ve kabul edilebilir olduğu için doğrudan asıl konuya geçiyorum. Öncelikle İslamcıları riyakârlıkla suçlamak tutarsız ve yersiz. Tıpkı milliyetçilerin çeşit çeşit olması gibi onlar da birbirinden farklı gruplar ve birçoğunun bu meselede de tavrını koyduğunu görmek mümkün. Ayrıca son zamanlarda Doğu Türkistan için yapılan tek büyük gösteri de onlar tarafından organize edildi. İslamcıları eleştirmek kolay olmakla beraber biz (kendimi milliyetçilere dâhil ederek) çok mu doğruyuz? Milliyetçilerin gündemi üzerinden ilerleyip sorular soralım. Mesela, Uygurlar tam kapanma öncesi farklı şehirlerde eylemler yaptılar, kaç kişilerdi? Çin’in diplomatik ziyareti sırasında HES kodu ile işaretlenip ev hapsine alındıklarında ne oldu? Hangi alan doldu, hangi sokakta yüründü? Bu memlekette bir insanı ve haliyle kitleleri harekete geçirmek hakikaten zordur belki ama bu bir bahane olmamalı. Özneliğinden bahsedebilen, kendini anlatabilen bir insanın hesabı da kendisinin olmalı.
Ayrıca haksızlık etmeyelim sosyal medyadan ortak açıklama yapan sivil toplum kuruluşları sayesinde geri iade anlaşması gündeme gelmiş, Uygurların teslim edilmeyeceği yönünde açıklamalar yapılmıştı. Fakat bunun bir iç rahatlatma açıklamasından fazlası olduğunu söylemek mümkün değil. Milliyetçilerden temsil ettiği grup sayısı fazla ama katılımı buna göre az bir grup Uygurların tutulduğu otel önünde açıklama yapmıştı mesela ama bu girişim yaygın bir protestoya dönüşmemişti. Bu gibi tekil örnekler dışında hakikaten bir şey yapıldığını söylemek zor. Bu meselelerdeki sorumluluğumu inkâr etmiyor, payıma düşenlerle ilgili yerine getirip getirmediklerimi biliyorum. Fakat amacım daha genel bir soruna dikkat çekmek. Şimdi seni Filistinliler için eylem yapmaktan alıkoyan ya da başka ölümler, hak ihlalleri karşısında susturan şey nedir? Neyin milliyetçisiyiz, milletimize, birlikte yaşadığımız diğer etnik ve dinî gruplara veya ilişki kuracağımız diğer milletlere ne vaat ediyoruz? Bunlar aslında milliyetçiliğimizin ne anlama geldiğinin anlaşılmasını sağlayacak, bir tür ideolojik arınma ile kişilerin millet ve milliyetçilik algılarını gösterecek şeylerdir.
Bittabi, ben burada şahsi eleştirimi ve anlayışımı yansıtıyorum. Bunların hepsi benim cevap ve anlayışımı gösteriyor olsa da daha geniş bir kümede fikrî arınmaya ve netleşmeye fayda sağlayacağını umut ediyorum. Bence milliyetçiliğimiz temel insan hakları ihlallerine sessiz kalmamıza hiçbir şekilde gerekçe olamaz. İhlalleri sözde tarih ya da reel politik vs. temellendirmeleriyle önemsizleştiren ya da doğrudan çarpıtmalarla yok sayan insanlarla birlikte bir milliyetçilik tasavvur edemiyorum. Herhangi bir insana sadece insan olduğu için değer vermeyen, insanın ve onurunun korunmasını koşulsuz, şartsız savunmayan bir hareket ne bu çağa aittir ne de yaşamaya devam etmelidir. Bir gelecek olacaksa insanların, insan olması sebebiyle ortak hakları ve değeri olduğu anlaşılarak olacak. Bunlara inanmayan bir düzen, adına “Milliyetçi Türkiye” diyelim, gerçekleşecekse dahi kendi vatandaşlarına bir gelecek vaat edemez.
Milliyetçi Türkiye, bu evrensel değerlere referans vermezse Türklerin Türk olmakla hak ettiği şeyleri tanımlayan bir devlet olduğunu varsaymak kaçınılmaz oluyor. Bu bağlamda, seni sadece Türk olduğun için koruyup kollayacak devlet “ötekine” nasıl davranacak? Ülken içinde Türk, her ne olarak tanımlanırsa, onun haricinde kalacakların başına ne gelecek? Ayrıca bırakın Türk olmayanları, Türk’ün ne hak ettiğini ve kim olduğunu söyleyebilecek iktidar ve toplum bu sefer Türklükler arasında hiyerarşi kurmayacak mı? Her şeyin kendisiyle beraber, kendisi olmayanı tanımlaması gibi bu sefer makbul Türkler ve makbul olmayan Türkler olacak. Yani aslında ideal tipe en yakın olanlardan en uzak olanlara yine ötekiler, dış ötekilerden bağımsız olarak da her zaman bir iç öteki de hazır bulunabilecektir. Ayrıca bir tür toplumsal sözleşmeyi ilk aşamada sağlasak da bir başka nesilde hatta aynı neslin ilerleyen günlerinde yeni bir şey isteyen, kararından vazgeçenler olmamasını sağlamak mümkün görünmüyor. Tanımsal olarak herkes kapsandı ve içeride öteki kalmadı dersek, diğer “ötekiler” de mutlaka olacak, dış dünyayla ilişkilerin elitlerin tanımladığı bir çıkarlar bütünü üzerinden tanımlanmasının sorunlarını yakın tarihimizde yoğun bir şekilde tecrübe ettiğimiz için burada detaya girmeye gerek yoktur diye düşünüyorum. İşte tam bu sebeple çok daha genel, kimliğinin herhangi bir unsuruna bakılmaksızın herkes için geçerli, evrensel de denilen bir değerler kümesini benimsemek kimseye zarar getirmeyecektir. Temel bir referans noktası bulunduktan sonra farklılıklarımız üzerinden doğacak çatışmayı en aza indirebilmek de buradaki değerlere atıfla mümkün olabilir.
Lafa gelince herkes insan hakları ihlallerine karşı olabilir. “Yazmış ama boş konuşmuş”, “insanlar ölsün, kahrolsun diyen yok” gibi itirazlar gelebilir. Ne insan hakları yaşamaktan ibarettir ne de böyle insanların varlığı inkâr edilebilir. Sosyal medyada ve günlük hayatta ihlalleri meşru gören, bunu dolaylı olarak haklı göstererek (aklınca) tarih, siyaset ve uluslararası ilişkiler ile temellendiren birçok insan var. “Bunlar ‘şuursuz’ bireyler”, milliyetçi olanlar için “bunlar ‘gerçek’ milliyetçi değiller” diyerek bir yere varamayız. İnsanları irrasyonel ilan ederek ya da fikirlerinin fason olduğunu iddia ederek bunların varlığını görmezden gelmek hiçbir sorunu çözmez. Çünkü görmezden gelinmesi bir şeyin kendiliğinden varlığını değiştirmeyecektir. Bu sebeple sahicinin ne olduğunu bir kenara bırakıp kendinizin ne olduğunu tanımlamanız diğerinin varlığını kabul edip onla sizi ayrı kılan şeyleri netleştirmeniz kıymetlidir. Ayrıca bu çaba “Türk milliyetçiliği kümesindeki” yoğun belirsizlikler ortamında daha da gereklidir.
Ben kendimle diğerleri arasındaki farkları göstermek ve kimin ne tür bir milliyetçi olduğunu bilmek isterim. Yukarıda bahsi geçen rasyonalite adına tarih, siyaset ve uluslararası ilişkiler ile insan hakları karşısında kendi menfi tavrını inşa edenlerle aramdaki çizgiyi çizmek isterim. Ek olarak aynı vatan üzerinde yaşadığım insanlar polis şiddetine maruz kaldığında bunu mesele etmeyenlerle, terörden ya da savaştan kaçan insanlara düşmanlık edenlerle aramdaki çizgiyi çizmek isterim. Böylece milliyetçiler denildiğinde işaret edilen müphem kümede kimin ne olduğu görülür, konuyla ilgili konuşulurken ya da bir çalışma yapılırken daha rahat bir şekilde kimden bahsedildiği anlaşılır.
Hülasa buraya kadar kitle seferberliğindeki başarısızlığa bir kenarından değinildi. Yazı genelinde ise insanı merkeze alan, zarar vermeyen bir milliyetçilik ve buna binaen genel bir fikrî arınma sağlanması gerekliliğinden bahsedildi. Tabii ki yanlış düşünüyor olabilirim, belki olmamam gereken bir yerde varlık göstermeye çalışıyorumdur. Fakat milliyetçiliği katı bir ideolojinin ötesinde fikrî bir filtre ya da bir tavır meselesi halinde gördüğüm için bunları bu şekilde değerlendiriyor ve bir tutarlılık sağlanabileceğini düşünüyorum. Fikrî arınma, sivil toplum ve kitle seferberliği gibi konularla yazmaya devam edeceğimi umuyorum.
*Fotoğraf için kaynak: Jadallah, Ali. Gazze Sınırındaki ‘Milyonluk Kudüs’ Gösterisinde Türk Bayrağı. Anadolu Ajansı, Haziran 9, 2018. https://www.aa.com.tr/tr/dunya/gazze-sinirindaki-milyonluk-kudus-gosterisinde-turk-bayragi/1169933.
1,510 Toplam Görüntülenme