Vasıf İnanç Duygulu-
Boğaziçi Üniversitesine rektör olarak Prof. Dr. Melih Bulu’nun atanmasının ardından en fazla gündem olan yaklaşımlardan birisi de üniversitelerin de milletin olduğu, elitlerin keyiflerinin kaçmasını istemedikleri için söz konusu atamaya karşı çıktıkları iddiasıydı. Çok büyük ihtimalle atamanın şekli ve atananın yeterliliği konularının tartışılmasını engellemek için ortaya konan bir yaklaşım olsa da bu iddiaya genel olarak elitlikle suçlananların geliştirdiği yanıtın “Biz elit değiliz, biz de halkız.” minvalinde olması beni bir yazı yazmayı düşünmeye sevk etti. Gerçekten halk-elit dikotomisi diye bir şey var mıdır? Elit olmak ve elitist olmak suç mudur? Yahut bir milleti gelişime ve feraha eriştirecek olanlar o milletin kendisi midir yoksa içindeki küçük bir grup olan elitler midir? Bu soruları kendimce düşündüm, okuma ve dinlemeler yaptım ve ulaştığım sonuç şu oldu: Elitlerine düşman olan bir halkın her konuda başarısız olması kaçınılmaz bir sonuçtur.
Buyurun ilk önce halkın ve elitin kim olduklarına dair bir tanım yapmaya çalışalım. Sözlük anlamlarıyla, 30.01.2021 itibariyle, halk aynı ülkede aynı zaman diliminde yaşayan ve o ülkenin yurttaşı olan insanlar topluluğu[1] olarak tanımlanıyor. Yani diyebiliriz ki zamanı durdursak bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan yeni doğan bebekten son nefesinden bir önceki nefesini veren ihtiyara kadar yaşayan her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşından mürekkep bir topluluğa Türk halkı adı veriliyor. Halkın günden güne değişen bir küme olduğunu belirtmekle birlikte teröristlerin, çocuk tacizcilerinin, rüşvet alanların-verenlerin, vatanseverlerin, akademisyenlerin, yazarların, siyasetçilerin toplamından oluşan bir kitle olması dikkate değer bence. Yani halkı – ve elbette onun tarihsel süreç içerisinde devamlılığından ortaya çıkan milleti- yekpare bir yapı gibi düşünerek kutsamak apaçık bir akıl tutulmasından kaynaklanıyor.
Halk dediğimiz topluluğu dikey bir tasnife tabii tutacak olsak normlardan ihtiyaçlara kadar her şeyi alt-üst ilişkisine göre ayırıyoruz da insanları neden olmasın değil mi? En alt kategoride hainler gelirdi herhalde. O halkın bir parçası olmasına rağmen halkın genelinin yaşamına, refahına, hakkına, hukukuna, sosyal yapısına zarar vermekte bir beis görmeyen teröristler, dolandırıcılar, halkın bütçesine el uzatanlar… Peki, en üst kategoride kim olurdu? İyi eğitim almış, halkın geri kalanına her konuda daha iyiye gitmenin yolunu gösterebilmek amacıyla araştırmalar yapan, eserler ortaya koyan insanlar değil mi? İşte bu grubu elitler olarak adlandırmakta sakınca görmemek lazım. Sözlükte 30.01.2021 tarihinde mevcut olan anlamına göre benzerleri arasında niteliklerinin yüksekliğiyle göze çarpan, üstün, mümtaz, güzide, mutena[2] olarak tanımlanan; Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın ise “Elitlik, işini iyi yapan insanların toplumda dikeyine sınıflandırılmasıdır. Elit sistem demek irsi aristokratlık, soyluluk değildir; paranın elitizmi değildir aklın, yeteneğin elitizmidir”[3] olarak tanımladığı elit (seçkin) kelimesine ve elit olarak tanımlanan insanlara yaklaşımımız halkın kendisine olan yaklaşımımızı da ortaya koyuyor benim kanaatime göre. Burada şunu belirtmek isterim ki elitleri akademik/kültürel, bürokratik, siyasi elitler ve sermaye eliti olarak dört kategoride incelemek mümkün olsa da hem tartışmanın ortaya çıktığı konu bağlamı hem de bu yazının konusu gereği akademik/kültürel eliti merkeze aldığımı da burada belirtmek isterim.
Elitlere yaklaşımımız ister istemez zihnimizdeki ideal halkı da ortaya koymaktadır. Elitleri dışlayan, halktan ayrıksayan bir anlayış zihnimizdeki halk algısının entelektüel ve kültürel olarak yetersiz, akademik başarısı daha düşük bir kitle olduğunu da göstermektedir. Zira dikey kategorilerden en üsttekini halk tanımımızın içine koymamak ortalamayı düşürecek, entelektüel birikimi yüksek insanlarla halkın arasına mesafe koymasına sebep olacak ve ister istemez elitleri halktan dışlayan uygulamalara sebep olacaktır. Bu uygulamalar dünyanın geri kalanı ile daha sıkı bağlantı halinde olan elitlerin ülkemizdeki işlerini zorlaştıracak ve onların çok daha rahat şartlarda çalışabilecekleri ülkelerde çalışma isteğini güçlendirecektir. Ülkemizde savunma sanayii mühendislerinden tutun da en kaliteli eğitim kurumlarının mezunu başarılı kariyer sahibi insanların tercih ettikleri yolun yurt dışında yaşam ve çalışma olmasının sebeplerinden biri de bu durum değil midir? Kendi alanlarında dahi sözleri geçer akçe sayılmayan kültürel/akademik birikim sahibi insanların lümpenlerin idaresi ve suçlayıcı bakışları altında üretken olmalarının mümkün olmadığını kabul etmek gerekmektedir. Elitlerin dışlanması ve kaybedilmesi durumunda ortaya çıkan halkın halk için faydalı olması beklenebilir mi? Bu soruya yanıt verilirken özellikle elitlerden rahatsız olan, elitlerin işgal(!) ettiği makamlara talip olan ancak ehliyeti ve liyakati sınırlı olan lümpenlerin halk adına bazı makamları işgal ettiği durumu göz önüne almanızı rica ediyorum. Hilal Kaplan’ın halk adına söz söyleyip kanaat önderi konumu edindiği ve elitlerin taleplerinin yanıtsız kaldığı bir ortamda ehil ve layık bir akademisyenin çalışmalarına sorunsuz devam etmesi mi daha beklenen bir sonuçtur yoksa Almanya’daki, Hollanda’daki ve Fransa’daki üniversitelerde iş aramaya başlaması mı?
Dolayısıyla elitleri dışlayan bir anlayışın hâkim olduğu bir toplumda küsen, verimli çalışma imkânı kalmayan insanlar da doğal olarak elitler olacaktır. Bir diğer dikkat çekici husus da on yıllarca süren çalışmalarıyla diğer insanlar tarafından elit olarak görülme hakkını kazanmış insanları dışlayan anlayışın çoğunlukla halkın en çok zarar gördüğü eylemleri işleyen insanlar oldukları kanaatinde olduğum ihalelere fesat karıştıranların, yolsuzluk yapanların, halkın hakkına göz dikenlerin karşısına geçmek konusunda aciz olduğudur . Kıymeti kendinden menkul iş adamı(!) Mehmet Cengiz’in kazandığı ihalelerin hesabını soramayan bir halk temsilcisinin, Boğaziçi Üniversitesinde üretkenliğinin devam edebileceğini düşündüğü ortamı korumak veya kendi oy verdiği rektörle beraber çalışmak isteyen akademisyenin karşısına bu kadar rahat geçerek üniversitelerin halka ait olduğunu iddia etmesi komik değil mi? Bu anlayış halkın refahına ve huzuruna bile isteye zarar veren o en alt kategorideki insanları dışlamayı aklından geçirmez bile. Çünkü bilir ki en alttaki kategori ortadan kalktığında ortaya yeni çıkan ortalamanın altında kalacak ve vasat gazeteciliği ile söyleyeceği söz muteberliğini yitirecektir. Yukarıda lümpen olarak adlandırdığım insanların varlık gayeleri de söylem üretme sebepleri de budur çünkü.
Peki, milliyetçiliğinki nedir? Tüm dünyada gün geçtikçe popülist sağ ile daha fazla özdeşleşen ve elitler karşısında halkın yanında durmasıyla nam salan milliyetçiler maalesef Türkiye’de de bu tavrı gösteriyor gibi duruyor. Oysa milleti için en iyisini isteyen, milletini huzur ve refaha kavuşturmak için çabalayan bir milliyetçi, toplumunu vasata mahkûm etmekten en fazla kaçınması gereken insandır. Milliyetçinin görevi halkını kutlu hedeflere ulaştırabilecek yol haritasını çizmekse eğer milliyetçi elitist olmak zorundadır. Toplumu doğru yönlendirebilen, her konuda söylem geliştirebilen ve daima yeni bir şeyler söyleyen aydın insanların halk içindeki oranını her geçen gün artırmak ve bu elitlerin gösterdiği yoldan istikbale yürümekte kararlı bir millet iradesi ortaya koyabilmek gelişmeye, huzura ve refaha gidebilecek yegâne yol olarak görünmektedir. Milliyetçinin ideal toplumunda milliyetçiliğe düşman olan alanında yetkin bir akademisyenin önemi, vasat bir milliyetçiden çok daha fazla olmalıdır. Ancak ve ancak bu koşullarda millete kılavuzluk etmek mümkün olacaktır. Dolayısıyla en azından kendi alanında yetkin olduğu bilinen herhangi bir insanı halk namına linç etmek de onun halktan kopuk olduğu iddiasıyla onu dışlamak eninde sonunda millete ve milliyetçiye zarar verecek bir durum haline gelecektir.
Türkiye’de elit dediğimiz zaman akla gelen insanları bir düşünelim. Kaç kişiler? Bir de şöyle bir soru soralım elit Türkler arasında Türkiye’de yaşayanlarla yurt dışında yaşayanlar arasındaki oransal dağılım nasıl görünüyor? Elitin yetişmediği, yetişen elitlerin kalmayı tercih etmediği bir toplumun gelişmesi, inkişaf etmesi mümkün değildir. Dolayısıyla milliyetçiler içinde binbir türlü insanın bulunduğu soyut bir halk kavramını kutsayarak vasatı değil, dünyayla irtibatı daha fazla, değer üretme ihtimali daha yüksek elitleri düşünce dünyasının merkezine koymalı ve bu elit sınıfını toplumun öncüsü olarak algılayabilen bir rekabetçi toplum ortaya koyabilmelidir. Bu rekabetçi toplumda gelişime açık olmak isteyenlerin herkesi olduğu gibi değerli kabul etme, herkesin üniversiteler, ordu, yargı ve bürokrasi gibi elit olması gereken kurumlarda hak iddia etmesini makul bulma lüksü yoktur. Akademisyen olma kapasitesi olmayan insanları Anadolulu akademisyen olarak adlandırma lüksü ise hiç yoktur. Anadolulu akademisyen adayına “Seni olduğun gibi kabul etmek zorunda değiliz. Ancak akademinin kurallarına uyduğun ve akademiye layık olduğun zaman seni aramıza kabul ederiz.” cümlelerini kurabilmek akademinin benzer tutumlar ise diğer elit kurumların varlığını koruyacak, elitlerin kendilerini ayrıcalıklı hissetmelerini ve bu ayrıcalığın karşılığı olarak milletin iyiliği için üretmelerine imkân sağlayacaktır. Kendilerine verilen değeri yurt dışında değil Türkiye sınırları içinde aramaya başladıkları zaman milletçe bir atılım yapmak mümkün olacaktır. En nihayetinde elitlerin rol model haline geldiği bir toplum rekabetçi yapısı sayesinde gelişmeye çok daha açık olacaktır çünkü halka örtülü bir hedef de gösterilmiş olacaktır. Böylece insanlar ikballerini siyasi tercih ve söylemlerle değil daha iyi eğitim almakta, daha kültürlü olmakta, okuduğu kitaptan dinlediği müziğe kadar seçimlerini rasyonel yapmakta ve değer üretmekte aramaya başlayacaktır.
Sonuç olarak milliyetçi milletinin iyiliği için elitist olmak zorundadır. Türk modernleşme tarihinde en önemli atılımların da halkın her kademesine kendisine uygun bir rol verildiği, elit olmaya müsait insanların devlet eliyle ve eğitimle önünün açıldığı dönemler olduğunu hafızamızın bir köşesinde tutmak gerekmektedir. Bunun en güzel örneği de cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki eğitim hamleleri ve eğitimli Türklerin önemli görevler verilerek memlekete hizmet etmesine imkân verilmesi durumudur. Milliyetçi; Yılmaz Özdil’in yazar, Ahmet Şimşirgil’in tarihçi, Hilal Kaplan’ın gazeteci, Selman Öğüt’ün hukukçu, Serdar Ortaç’ın sanatçı olduğu bir toplumun gelişemeyeceğini artık idrak etmeli; halka hitap eden, “popüler” olan şeylerin halk için hiçbir fayda sağlamayacağını tahlil edebilmelidir. Dolayısıyla milliyetçi popüler olanın, kalabalık olanın işlevselliğini kullanarak popülizm kolaylığına sığınmayı değil, kaliteli olanın hatta bizatihi kalitenin, miktarı ne kadar az olursa olsun, savunuculuğunu yapıp elitist olmanın zorluğuna katlanmalıdır. Milliyetçinin ideal toplumunda kanaat önderlerinin ve sözüne/eserine itibar edilenlerin çok daha seçkin insanlar olması gerektiği aşikârdır. Bu sebeple diyebiliriz ki milliyetçiler elit olmanın ayıp olmadığını tam aksine elitlerin varlığının ve rahatının milletin fayda ve çıkarlarına en uygun koşul olduğunu fark ettikten sonra bunu halka da anlatmak mecburiyetindedir. Bu mecburiyetin ardından milliyetçiler yine yapabiliyorlarsa milliyetçilerden teşekkül eden bir elit sınıf için zekâ ve kapasitelerini kullanarak mücadele etmek durumundadırlar. Akademide, kültür-sanat camiasında, bürokraside ve siyasette elitlerin sözünün geçmesini sağlamak asli mücadele; bu elit sınıflarda milliyetçi düşüncenin hâkim olmasını sağlamak ise tali mücadeledir.
Yazımı
Türk Dil Kurumu sözlüğündeki seçkin kelimesinin ikinci anlamına referans
vererek bitirmek istiyorum: Seçkin: Bir
toplumda saygın ve etkin mevkilerde bulunan ve toplumun eğitim, ekonomi,
siyaset, askeriye, din, sanat vb. alanlarıyla ilgili etkinliklerin denetimini
elinde tutan grup[4].
Dikkat çekilmesi gerekilen en önemli husus aynı kelimenin iki anlamı arasında
bağlantı kurulması gerekliliğidir. Benzerleri arasında niteliklerinin
yüksekliğiyle göze çarpan, üstün, mümtaz, güzide, mutena insanlara toplumda
saygın ve etkin mevkilerde bulunma imkânı vermemiz bütün sorunlarımızın çözüme
ulaşması için ilk adımdır.
[1] Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük, ,sozluk.gov.tr.
[2] Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük, sozluk.gov.tr
[3] İlber Ortaylı, Bir Ömür Nasıl Yaşanır (İstanbul: Kronik Yayınları, 2020), s. 159.
[4] Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük, sozluk.gov.tr, 30.01.2021
2,920 Toplam Görüntülenme