Sokrates Ne Demek İstedi?

Nihal Kılıç-

    Sokrates’in kişisel hayatıyla ilgili bilgilerimizin oldukça sınırlı olduğu bir gerçektir. Bu konuyla alakalı olarak en genel hatlarıyla şunları ifade edebiliriz; Sokrates Atina’nın hemen güneyindeki bir kasabada, MÖ 469 yılında dünyaya gelmiştir, babası Sophoniskos adlı bir taş ustası, annesi de Phainarete adlı bir ebedir. Ksantippe adlı bir kadınla evli olduğu ve bu ilişkisinden üç erkek çocuğunun olduğu da onun hakkında bilinenler arasındadır. Eserlerinin tamamının günümüze ulaştığı bir başka Antik Yunan filozofu meşhur Platon’un hocasıdır. Sokrates’in hayatına ve felsefesine dair bildiklerimizin çoğu da öğrencisi olan Platon’dan aktarmalardır zira Sokrates’in altına imzasını attığı bir eseri bulunmamaktadır. Yaşamının MÖ 399 yılında Atina’da gençleri ahlaksızlaştırmak(!) ve tanrılara tapınmamak suçundan idamla sonlandırıldığı da hepimizin malumudur.

Görsel için kaynak: http://apelasyon.com/Yazi/306-sokrates

    Sokrates’in şahsi hayatının bazı yönleri, onun felsefesini de etkilemiştir. Örneğin, annesinin ebe oluşundan yola çıkarak “Sokratik Yöntem” olarak da bilinen “Maiotik(doğurtma) Yöntem” i geliştirmiştir ki bu yöntem genel anlamıyla Sokrates’in felsefi sorgulamalarında kullandığı yöntemdir. Sokrates’e göre; her insan her bilgiye doğuştan sahiptir dolayısıyla da kendisine düşen, söz konusu yöntemi kullanarak karşısındakinin zihnindeki bilgiyi ortaya çıkarmaktır. Sokrates’in felsefesini daha anlaşılır kılmak için bahsettiğimiz yöntemi biraz daha açıp Sokrates’in felsefesi ve felsefe tarihindeki yerine dair açıklamalarımıza geçeceğiz.

    Sokrates’in felsefi sorgulamalarında kullandığı yöntemin insanların her türlü bilgiye doğuştan sahip olduğu ve öğrenmenin ancak bir hatırlama faaliyeti olduğu temeline oturduğunu söylersek zannederim hata etmiş olmayız. Şimdi söz konusu yöntemin temel ögelerini sırasıyla ele alalım.

 1-) Soru sorma ve cevap alma: Bu aşamada ilk olarak sorgulanan konu hakkında bir örnekler bütünü ortaya konur ve bu örnekler bütününde dile getirilen savların tek tek çürütülmesi(elenchos) aşamasına geçilir. Daha sonra ise akılsal tartışma evresi başlar. Bu ögede amaç esasen ortaya konan örneklerin ve dolayısıyla bu örneklerle ifadesini bulan savların yanlışlığını göstermektir. Söz konusu ögedeki evrelerin ilerleyiş biçimi hakkında genel bir çerçeve sunacak olursak da şunları söyleyebiliriz; öncelikle genel bir sav ortaya atılır daha sonra ortaya atılan bu sav mantıksal ve dilsel çözümlemeler vasıtasıyla zayıf bırakılır ve çürütülür. Çürütme gerçekleştikten sonra ise önceki savın eksiklerini ve yanlışlarını içermekten uzak yeni bir sav ileri sürülür. Pek tabii ortaya atılan bu ikinci sav da yine aynı şekilde çürütülmeye tabi tutulabilir.

   Bu ögeye “ironi” de denmektedir. Bilindiği üzere ironi, kişinin ciddi olmayan bir şeyi ciddi olarak söylemesi ya da ciddi bir konuyu espri, şaka gibi bir biçimde dile getirmesidir. Sokrates’in kendisini bu ögede tezahür ettiren davranışı ise tartışmalarına “Ben hiçbir şey bilmiyorum” diyerek başlayıp tartışmanın ilerleyen safhalarında aslında meselenin özüne hakim olduğunu gösteren sorular sorması ve dahi çıkarımlar yapmasıdır. Sokrates bunu şüphesiz kibrini ortaya koymak için yapmıyordu belki de her türden tartışmayı, biliyor olduklarını hatırlama yolculuğunda bir araç kılmak niyetindeydi. Hatta diyebiliriz ki Sokrates’in bu tutumu onun şahsi egosunu ayaklar altına aldığının kanıtıdır. Öyle ya bir münakaşaya her şeyi ve/ya çok şeyi bildiği ön kabulüyle başlayan hangi insan o münakaşadan bir şey elde etmiş biçimde ayrılabilir? Sonuç olarak; elenchos yani çürütme faaliyeti olarak genellenebilecek bu aşamada amaç, kişileri belki de farkına bile ermeden dayanaktan yoksun bir biçimde kabul ediverdikleri dogmalarla yüzleştirmek ve bunların yerini tartışmanın iki tarafı olarak birlikte doğru bilgilerle değiştirmektir.

 2-) Doğurtma: Bu aşamaya Sokratik Yöntem’in temel direği desek herhalde abartmış olmayız. Çünkü yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Sokrates felsefesini kişilerin her türlü bilgiye doğuştan sahip olduğu savına dayandırır. Dolayısıyla bir tartışmada en temel amaç ancak tarafların zihinlerindekini ortaya çıkarmak, onları adeta doğurtmaktır. Sokrates’in bu hususta ebelik metaforunu tercih etmesi manidardır. Nasıl ki bir ebe doğurtma işlemini bir “şey” taşıyan yani gebe bir kadına yapıyorsa, bu yöntemi kullanan bir sorgulayıcı da karşısındakinin bir “şey”e yani kendisi gibi doğuştan bilgi sahibi olan muhatabına karşı kullanmaktadır. Burada aklımıza şu soru gelebilir; her birimiz her türlü bilgiye doğuştan sahip isek, bir ebeye yani doğurtma yöntemine ne gerek var?

   Sokrates’e göre zihnimizdeki doğuştan elde ettiğimiz bilgileri etkin hale getirebilmemiz için birtakım sorular, sorgulamalar ve uyarılara muhtacızdır. Bu tür soru, sorgulama ve uyarıları da ‘doğum sancısı’na benzetebiliriz. Fakat hepimizin takdir edeceği gibi ebelik uzmanlık ve tecrübe isteyen bir zanaattir. Sokrates’e göre de; felsefi sorgulamalarda doğurtma yöntemini, daha önce farklı sorgulayıcılar tarafından bu yöntemle sınanmış ve kendi gerçekliğine ulaşmış kimselerin kullanması yerinde olacaktır. Yani eğitici/sorgulayıcı daha önce öğrenen rolünü üstlenerek eğitim sürecine katılmış olup zihnindeki tüm yanlış savları çürüterek onları bilgi yapısına kazandırmış olmalıdır. Yine diyebiliriz ki, bir ebe doğum işleminin bütününe hakim biçimde çeşitli teknikleri kullanarak bu işlemi kolaylaştırabilir. Aynı şekilde Sokratik Yöntem’i kullanan bir eğitici de, yöntem sürecinde sahip olduğu beceri ve donanımla, muhatabının zihnindeki gerçekliğin inşasını sağlayıp doğru bilginin ortaya çıkmasını kolaylaştırabilmektedir. Öğrenendeki endişenin farkına erip gerek tecrübesi gerekse de tevazusuyla ona bir rahatlama sağlayabilmektedir. Ayrıca, muhatapta bulunan doğurtulacak bilgi, geçerliliği anlamında birtakım sınırlılıklara sahipse, o bilgiden vazgeçilebilmektedir. Sağlıklı bulunmayan yani geçerli ve güvenilir olamayacak hiçbir bilginin gerçeklik olarak kabul edilmesine izin verilmemektedir.[1] Sokratik Yöntem’in bu ögesiyle alakalı sonuç olarak şunları söyleyebiliriz; bu safhada ebe konumundaki eğiticiye büyük iş düşmektedir. Hem geçmişten gelen sağlam bir sorgulanma tecrübesine hem de muhatabını sorguladığı esnada titiz bir dikkate sahip olmak durumundadır. Son olarak burada, Sokrates’in bu ögeyi kullanarak bir köleye geometri sorusu çözdürdüğü örneğini anmakla yetinelim.

 3-) Daimonion’un yönlendirmesi/esini: Sokratik Yöntem’in bu ögesini açıklamadan evvel Daimonion kavramını açıklığa kavuşturmamız gerekmektedir. Daha sonradan Batı dillerine “demon” olarak geçen bu kavram farklı tanımlamalara sahip olsa da genel itibarıyla “insanları yönlendiren yüce varlıklar” yahut “vicdan/vicdanın sesi” şeklinde ifade edilebilir.[2] Sokrates’in hayatı boyunca daima içinde hissettiği daimonion olarak ifade edilen bu ses ona tartışma ve sorgulamaları esnasında kendisinin veya muhatabının zihnindeki yanlış bilginin farkına ermek konusunda yardımcı olsa da bu sesin ona ne yapması gerektiği konusunda bir etkisinin olduğunu söyleyemeyiz.

   Sokrates’in felsefesi hakkında ciltler dolusu kitap yazılabilir fakat ben bu kısa yazıda Sokrates’in felsefesiyle ilişkili olarak daha ziyade “ahlak” ve “adalet” gibi konuları ele almaya çalışacağım. Sokrates’i felsefe tarihinin mihenk taşı yapan kavramlar da zannediyorum bu kavramlardır.  Sokrates’in felsefe tarihinde bir milat oluşunu, kendisinden önceki filozofların savundukları görüşleri ve ereklerini anlamakla ortaya koyabiliriz. Öncelikle Sokrates öncesi Antik Yunan filozoflarının bir kısmının; Thales, Anaksimenes, Anaksimandros, Herakleitos ve Pythagoras gibi sıkça anılan isimlerden oluştuğunu söyleyebiliriz. Bu filozoflar ekseriyetle “Şeyler neden yapılmıştır?” gibi insana pratik bir fayda sağlamayacak tarzda soruların cevaplarının peşine düşmüşlerdir. Kimisi bu soruya “Su” cevabını vermiştir kimi de “Ateş” demiştir, kimi ise bu soruya “Apeiron” gibi soyut bir yanıt bulmuştur. Sokrates’i bu filozoflardan ayıran ise onun, bu ve benzeri sorulara mutlak bir yanıt bulunamayacağı, bulunsa bile bunun insana bir fayda sağlamayacağı görüşünü savunmasıdır. Evet, Sokrates’e göre bu ve bunun gibi soruların peşinde koşmaktan vazgeçmeli ve “Bir hayatı nasıl daha iyi yaşayabiliriz?”, “Adalet ve ahlak nedir?”, “Kendimize karşı nasıl dürüst oluruz?” gibi daha çok, insanın dünyaya gelişinde bir amaç olduğu ve ciddi sorular sorulmadıkça bu amacın bulunamayacağı kabulünden yola çıkan soruların cevaplarını aramalıyız. Sokrates, Atina sokaklarında, hatta buraları da aşarak insanlara devamlı bu soruları sordu. Tartışmalarına her ne kadar Sokratik Yöntem’e uygun bir biçimde “Ben hiçbir şey bilmiyorum.” diyerek başlasa da aslında muhatabına sorduğu her soru onun içindeki inancı ortaya koyan cinstendi. Peki, neydi onun inancı? Sokrates en temelde, Protagoras ve Gorgias gibi Sofistler olarak da anılan filozofların aksine bilginin mümkün olduğunu savunmaktaydı. Bununla beraber bütün insanların her türlü bilgiye doğuştan sahip olduğu inancını benimsediğini ifade etmiştik. Bu inancıyla paralel olarak Sokrates erdemin de bir bilgi konusu olduğunu düşünüyordu. Şöyle ki, bir insan erdemsizce bir davranışta bulunuyorsa bunun sebebi, o insanın yaptığı davranışın erdemsiz olduğu yönündeki bilgisinin zihninden gerektiği gibi ortaya çıkmamış ve/ya çıkarılmamış olmasıdır. Yani ona göre hiçbir insan bilerek erdemsizce bir davranışta bulunmaz.[3] Sokrates’in başta erdem ve etik kavramlarına verdiği önemden dolayı biz bugün ona “ahlak filozofu” diyebiliyoruz. Fakat kendi zamanında ironik bir biçimde ahlaksızlıkla daha doğrusu gençleri ahlaksızlaştırmakla suçlanmış ve yargılanmıştır.

    Sonuçta buraya gelene kadar söylediklerim Sokrates hakkında okuduklarımdan yaptığım çıkarımların kısa bir özetiydi. Sokrates’te beni en fazla etkileyen hususu ise bu son paragrafta açıklamak istedim. Sokrates, hayatı ve -elbette- ölümüyle bize yaşamı boyunca peşinde koştuğu “kendine karşı dürüst olma” ilkesini oldukça etkileyici bir biçimde göstermiştir. Tek bir kitap yazmamış, insanlara kattıklarından ötürü herhangi maddi bir menfaat beklememiştir. Buna karşılık zamanında ve şimdilerde dahi bilinen en etkili filozoflar arasına girmeyi başarmıştır. İşte, bunu sağlayan da Sokrates’in kendine karşı dürüst olma ilkesinden hiç vazgeçmemiş olmasıdır. Bu ilkeye olan sadakatini, yaşarken hiçbir menfaat talep etmeksizin çeşitli mekanlara gidip insanlarla yaptığı münakaşalarda herkesçe büyük bir önem arz eden mevzuları derinlemesine sorgulayıp etrafındakilere çok değerli şeyler katmasıyla, ölüme giderken de o zamana değin söylediklerinden ve yaptıklarından hiçbir pişmanlık duymayışıyla ve zindanda iken dostlarının onu zindandan kurtarma(!) tekliflerini şiddetle reddedişiyle ispatlamıştır zannederiz.


[1] https://www.felsefe.gen.tr/sokratesin-yontemi-maiotik-mayotik-sokratik-yontem-nedir/ 

[2] https://tr.wikipedia.org/wiki/Daimon

[3] Bryan MAGEE, Felsefenin Öyküsü, Ankara, Ağustos 2000, syf. 22-24.

 29,460 Toplam Görüntülenme

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.