Banu Balıbey
Kadın hakları nedir? Feministler kimdir, ne talep etmektedir? Neden bu talepleri dile getirmektedir? Nasıl bu talepler hayata geçirilebilecektir? Kavramı sorgularken oldukça basit bir yöntem olan “5N1K” dahi uygulanmadan önce sorulan soru şu oluyor genelde: “Nereden?” Feminizmin Batı düşüncesi kökenli olması onun hakkında tartışmanın ve dahi sorgulamanın önünü kapatıyor kimilerine göre. Fakat aynı gerekçeler yine aynı düşüncel ortamın doğurduğu insan hakları kavramının fikri mülkiyeti için adeta yarış halinde olunmasının önüne geçemiyor. Hâlbuki feminizmin en temelde insan hakları kavramında adı geçen insanın “rasyonel bir birey” olarak yalnızca erkeği kabul etmesiyle başlayan bir mücadele olduğu pek bilinmiyor. Bunu anlatmak ve feminizmin en eski taleplerini hatırlatmak adına “Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi” adlı kitabın yazarı Mary Wollstonecraft’ın görüşleri incelenecektir.
Birinci dalga feminizmin temsilcisi olan Wollstonecraft, aydınlanmacı düşünürlerden Locke ve Rousseau’dan oldukça etkilenmiş; ancak özellikle Rousseau’nun kadınla ilgili görüşlerini yerden yere vurmuştur. Bu düşünürlere göre insan, doğasından akılcı olma yeteneğini taşımaktadır ve bu sebeple birtakım doğal haklara sahiptir. Ancak, bu düşünürlerin insan kavramı kadını kapsamamaktadır. Bu düşünürlere göre kadın doğasında aptaldır, hiçbir zaman akılcı düşünemeyecektir. Bu nedenle kadının doğal haklara erkek gibi sahip olmadığını düşünülmektedir. Wollstonecraft ise kadının akılcı düşünememe sebeplerini kadının toplumda ve okulda aldığı eğitim ile sıkı sıkıya ilişkili olduğunu düşünmekte; kadının da erkek gibi birey olarak kendisini bağımsız kılacak erdemler kazanabileceği şekilde eğitilmesi halinde “doğa”sının ne olduğunun görülebileceğini ifade etmiştir.
Wollstonecraft’ın değindiği ikinci nokta ise erdemlerin ortaklığı meselesidir. Kadın ve erkeğin farklı türler olarak (insan ve alt insan) olarak değerlendirilmesinin sonucu olarak kadın ve erkek için farklı erdemlerin önemli olduğu kabul edilmiştir. Buna göre erkek, bağımsız bir birey olarak var olabilmesi ve akılcı düşünebilmesi için gerekli erdemleri kazanmakla yükümlüyken; kadının ihtiyaçlarını karşılamak için erkeğe bağımlı olmasının sonucu olarak sahip olması gereken erdemler, uysallık ve itaatle sınırlandırılmıştır.(1) Bu durum Rousseau gibi bazı düşünürler tarafından o kadar ileri götürülmüştür ki “Her kız annesinin, her kadın da kocasının dinin benimsemelidir: Bu din doğru bir din olmasa bile anne ile kızın bunu benimserken gösterdikleri uysallık, onların Tanrı indinde affedilmesini sağlamaktadır.”(2) diyerek Tanrı’ya karşı sorumlu olan tek canlının erkek olduğu kabul edilmiştir. Bu ise, erdemlerin ortaklığı meselesinin eşitliğe giden yolda ne derece önemli olduğunu göstermekle birlikte; Tanrı’nın akıl vermekle bizi sorumlu kıldığı kurallarına ve ahlak yasasına karşı sorumluluğun, bir başkasına devri ile kurtulmanın mümkün olmadığına da basit bir akıl yürütme ile ulaşabilmekteyiz. Bu nedenle, kadınla erkeğin en azından aynı tür erdemlerden sorumlu olmaları talebi,(3) birinci dalga feminizmin önemli argümanlarından biridir.
Wollstonecraft’ın önemle üstünde durduğu bir diğer mesele de kadının entelektüel ve ekonomik bağımsızlığı meselesidir. Kadının aldığı eğitimin “erkeğe kendisini sevdirme ve saydırma”ya yönelik olması nedeniyle, kadın çocuğunu yetiştirirken dahi doğru kararları vermekte zorlanmakta; duygularını denetim altına alabilecek yeterli ciddiyette uğraşlarının bulunmaması ise duygusal ve yüzeysel olmalarının önünü alamamaktadır. Bu nedenle kadınlar da erkekler gibi kendilerini bağımsız kılacak erdemleri edinebileceği bir eğitimden geçmelidir.(4) Ancak bu şekilde, akılcı davranabilme becerisini kazanabilecektir. Bunun dışında, Rousseau’nun da “Erkekler gösterdikleri arzularla kadınlara bağlıdır. Kadınlar ise erkeklere hem arzu ile hem de ihtiyaçları dolayısıyla bağlıdır. Kadınlar olmazsa biz erkekler yaşayabiliriz; ancak kadınlar aynı konumda değildir.”(5) diyerek dile getirdiği gibi, kadının erkeğe ekonomik bağlı bir durumdadır. Bu ise cinsiyetler arasındaki eşitliğin sağlanmasının önündeki en büyük engellerden biridir. Wollstonecraft, kadının yalnızca ihtiyaçlarını karşılaması için bir erkekle evlenmesini ise yasal fahişelik olarak tanımlamaktadır; erkeğin hayatının büyük bir kısmını meslek edinmeye hazırlık içinde geçirirken kadınların hayatlarını yalnızca uygun bir izdivaç gerçekleştirmek için harcamalarını eleştirir.(6) Bu noktada; kadının bir meslek edinmek için çalışmamasının çok çeşitli sonuçları olacaktır –Wollstonecraft’ın altını çizdiği nokta kadının varoluşunu “uygun bir evlilik”le anlamlandırması onu yüzeysel ve haz düşkünü yapacaktır. Ancak, bu konuyla ilgili olarak tarafımca daha fazla önem taşıyan nokta kadının bağımsız bir birey olarak hareket edebilme kapasitesini kısıtlaması ve erkeğin geçim sağlama aracı olarak görülmesidir. Bu ise iki yönlü bir cinsiyet eşitsizliği oluşturduğu için kritik önemdedir.
Özetlemek gerekirse birinci dalga feminizmin temsilcisi Wollstonecraft, kadının doğasının akılcı olduğunu ve rasyonel bir birey olarak doğal haklara sahip olduğunu dile getirir. Kadının akılcı doğasına ulaşabilmesi için erkeklerle aynı tür erdemlerden sorumlu tutulmaları ve kadınların bu erdemleri kazanabilecek şekilde eğitilmeleri gerektiğini söylemektedir. Wollstonecraft’a göre kadının kendine karşı sorumluluğunu yerine getirebilmesi için entelektüel ve ekonomik anlamda bağımsız olabilmesi gerekmektedir. Tüm bu taleplerin yaşadığımız dönemden 228 yıl önce yazılan kitapta yer aldığını hatırlattıktan sonra, bunların ne kadarının tam anlamıyla karşılığını bulduğunu sorgulamayı sizlere bırakıyorum. Wollstonecraft, Aydınlanmacı Avrupa kültüründe cinsiyet eşitsizlikleriyle karşılan bir kadınken, tecrübeleri bir başka zamanda bir başka toplumda yaşayan kadınların yaşadıklarından çok da farklı değil. Elbette her toplum, her kültür kendi özgül eşitsizliklerini barındırdığından/ürettiğinden dolayı bunların nasıl giderileceğine verilecek cevap da değişmektedir. Fakat kadınlar yüzyıllardır aynı eşitsizlik şarkılarını farklı sözlerle dinlemekte! Bir gün, o en eski talep –yani eşitlik- karşılandığı zaman kadın haklarına artık ihtiyaç kalmadığını ilan etmek büyük bir mutluluk olacaktır! Ancak o zamana kadar dillerde tek bir nağme olacaktır: eşitlik!
* Yazıda kullanılan görsel https://www.createdigital.org.au/gender-equity-years-fix/ adresinden alınmıştır.
(1)Rousseau’nun görüşlerine atfen. Wollstonecraft, Mary.Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi. Çevirmen Deniz Hakyemez, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2019, s.33 ve s.39. (2) a.g.e, s.132. (3) a.g.e, s.55. (4) a.g.e, s.33. (5) a.g.e, s.122. (6) a.g.e, s.93.